KÖŞEM Yazıları ; http://www.yoldurum.com/inc/mgphp/kosem.php
45) SONSUZLUK ;
â??Sonu veya sınırı olmayan, bitmeyen, ebediyet, ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olanâ? manaları bulunan sonsuzluk, günlük yaşantımızda fazla kullanılmasa da içinde olduğumuz, başımızı kaldırdığımızda kolayca fark ettiğimiz uzay gibi ölçülemeyecek kadar büyük bir derinliktir aslında. Bazen â??sonsuz bir servetâ? sözü ile sonu olan ancak erişemeyeceğimiz bir büyüklüğü anlatırken kullanırız, bazen de â??sonsuz sevgiâ?, â??ebediyete kadarâ? diyerek sınırlarını tarif edemeyeceğimiz boyutu, bir durumu anlatmada.
Kim ister sonsuz olmayı ya da neden ister. â??Sonsuz bir ömür verilse neler yaparsınâ? diye sorsalar kaç cümle kurabilir insan. Ya da şartlar mı ortaya sunar; sonsuz para da olacak, sonsuz sağlık da, yirmi yaş gibi sabitlenmiş bir yaş da. Bunlar sağlansa dahi ne yapar ki insan ebedi kalarak. Sevdiklerinin, eş ve çocuklarının birer birer göçüp gitmesine, yeni eşler ve yeni çocuklarla her defasında tekrar tekrar başa sarmaya, kaç döngü dayanabilir kişi. Biriken acılardan, katlanarak artan ızdıraplardan kurtulmak için â??sıra bana da gelsinâ? demez mi bir gün. Ya da görmüş-geçirmiş olarak her alandaki birikimleri taşıyamaz duruma gelip â??Yeşil Yolâ? filmindeki gibi â??dayanamıyorum artıkâ? diye haykırmaz mı, kim bilir.
Ayrıca, nasıl hedefler koyar acaba kendine, bir iki saatlik, yıllık mı yoksa asırlık mı. Yoksa hedefsiz mi olur insan â??nasıl olsa binlerce yılım var, şimdiden niye düşüneyimâ? mi der acaba. Asırlar elinden su gibi kayıp gider mi, â??daha dün gibiâ? der mi birkaç bin yaşında iken önceki yaptıkları için. Ya da geçmişinden, geleceğinden söz edilebilir mi yoksa sadece yaşadığı mı konuşulur. Bir telaş içinde olunur mu, yetişmek için bir yerlere, olmayan menzillere, endişe duyar mı insan zamanında varamazsam diye, kaygılanır mı kuş uçtu, kervan göçtü, uçak kaçtı diye acaba.
Aslında, yetmiş yıl yaklaşık otuz yedi milyon dakika, iki milyar kez alınan nefes, bir tanesi verilemezse beden bu dünyada kalır, ruh ebediyete yolcu. Düşünsek bir an, başı belli sonu tahmini, sağlıklı bir ömür yetmez mi çok şey sığdırabilmek için içine. Sorsak herkese aynı cevaplar mı çıkar, muhtemelen hayır. Sorulan kişinin birçok özelliği, karakter yapısı, hedefleri, duyguları, düşünceleri, inançları cevapların özünü oluşturacak, daha ve daha ile başlayan ne eylemler sıralanacaktır peş peşe. Acaba, â??dünyaya daha fazla hizmet etmek, katkı sağlamakâ? cevabı nasıl bir oran teşkil eder ki toplam içinde.
â??SONSUZLUKâ? HAYALİN OLMASIN. (05.07.2020)
44) VERİM ;
â??Harcanan emek, zaman ve yatırımın sonrasında beklenen sonucun miktarıâ? olarak tarif edilen verim, iş hayatının en önemli terimidir ve ölçümü için çeşitli metotlar geliştirilmiştir. Üalışanlar, makineler, zaman, idari ve mali yönetimi kapsayan bir üretim tesisinde, elde dilen ürün miktarı, harcamalar ve kazanç gibi ekonomik değerlerin karşılaştırılması ile tesisin verimliliği değerlendirilir, üretim zincirindeki halkalar incelenerek verim artışı sağlamanın yolları araştırılır, uygulanır.
Verimin incelendiği her ortamda personel ve zaman ön plana çıkar. Nitelikli işgücü ile aynı zaman diliminde çok daha kaliteli ve fazla ürün elde edilebilirken birbirini bütünleyen â??personel ve yönetimâ? verimi doğrudan etkileyen iki unsurdur. Yönetimin, sahip olduğu işgücü potansiyelini bilmesi, çalışanlarını tanıması ve en uygun şekilde görevlendirmesi ile kapasite kullanımını arttırması gerekir ki verim ve kazanç artsın, işveren, çalışan, ülke kazansın, yeni gelişme alanları ortaya çıkabilsin.
İnsan faktörünün, verimi doğrudan etkilediği görülmekle birlikte bireysel bazda incelendiğinde her bir çalışanın niteliği, çalışma terbiyesi, meslek ahlâkı ve karakter yapısı da doğrudan etkendir. Üalışma hayatında, her kategoriden her kişilikten insanla çalışmak durumunda kalınıyor ki â??verimsizâ? çürük yumurtaları temizleme imkânı her zaman bulunamıyor, bazen çile durumuna da gelse â??idare etâ? kapsamında zoraki katlanılıyor maalesef. Diğer taraftan, gelişimci, girişimci, paylaşımcı, yaptıklarını yapacaklarının teminatı olarak ortaya koyan, â??on numaraâ? olarak puanlanan kişiler de var ki onların asıl derdi, horlanmak, kösteklenmek, ilgisizlik, kifayetsiz muhterislerle aynı ortamda bulunmak, aslanın fareye boğdurulduğu idari mekanizma içinde köreltilmek ve devamında mesleki tatminsizlik, yetersiz verim, düşük kapasite kullanımına mahkumiyet oluyor.
Aksine olarak, bulunduğu zaten verimsiz ortama hızla uyum sağlamış, daha çalışma hayatının başında emeklilik hesapları yapan, meslek hayatına ve çalışma hayatına â??doğmadan ölmüşâ? olarak başlayanlar var ki bunların kösteklenme gibi diğer dertleri de zaten yok. Sabah gelip akşam olmasını bekleyen, bütün mesaisini oda oda gezerek geçiren, kaytarmanın metotlarını bulmuş, hiç bir üretimi olmadığı gibi verilen işi de yapmamak başkasına yıkmak için kıvırıp duran, bunu kazanım olarak görüp pazarlayanlar, övünenler ve hatta on numara çalışkanları enayi yerine koyan bir de üstelik â??köle, inek, tavukâ? gibi benzetmeler de yaparak iyice alçalan, yalakalık yaptıkları kıymeti kendinden menkul idarecilerce koruma kollama altında tutulanlar da var ki â??verimsizliğin ve itibarın zirvesindekiâ? halleri pes artık dedirtiyor.
VERİM, ÜVÜNÜ KAYNAğIDIR. (26.06.2020)
43) MENFAAT ;
â??Üıkar, faydaâ? olarak tanımlanan menfaat, hayatımızın en anlamlı, en çok dert-çile yaratan, sarsılmayacak ilişkileri, akrabalıkları, dostlukları bitiren, kavga-dövüş-cinayete kadar giden olayların, durumların kaynağı olan, genellikle olumsuz sonuçlarla anılan kelimedir.
Birey, yaşamını sürdürebilmesi için daima bir kazanç, gelir elde etme gayreti içindedir, olmalıdır ve hak hukuk çerçevesinde istenen de, beklenen de, meşru olan da budur zaten. Ancak, yaratılışı gereği menfaati peşinde koşarken tüm bencilliği, karakter özellikleri, kaprisleri ve hırsları ile kabul edilebilir sınırları aşarak â??hep banaâ? yaklaşımı ile bir keser misali tüm geliri kendine yontarsa ve bu esnada başkalarının da hakkı olan alanlara girerek menfaatleri mümkün olduğunca eşit bölüşmek, faydalanmak yerine sınırı aşıp diğerlerine zarar vermeye başlarsa ki başlar bu sınır belalı, mayınlı bölgenin giriş kapısına dönüşür.
Kişinin "hep benci"liğine kısmen göz yumulur, hoş görülür ve bir-iki-üç diyerek ses çıkarılmaz iken gün gelir kişi, â??menfaatçiâ? olarak yaftalanıverir ki kimse bu duruma düşmek istemez, güle oynaya kabullenemez. Üyle ki, bu sıfat bir yapışırsa kişiye kurtulabilmesi imkânsızlaşır, ayıklayacak çok pirinci olur, â??hırsız, dolandırıcıâ? gibi yaftalar dahi daha masum kalabilir yanında. Bazen de menfaat birliktelikleri oluşuverir; pastadan herkes yiyordur adilane, bir ortaklığa da dönüşüvermiştir isteyerek veya beklenmeden, ilişkiler daha güzel, dostluklar, arkadaşlıklar daha da gelişme yolundadır. Ancak, bir gün bir el kayması olur ve kantarın topuzu kaçıverir mutlaka ya da bir şüphe kıvılcımı çakar birinin kafasında, gönlünde, menfaat çatışmasıdır bunun adı ki sırların saçılması ile başlar sona varış.
Halbuki, toplumsal menfaatin kişisel menfaatin çok üzerinde olduğunu bilmek ve uygulamak kişiyi hep banacılıktan uzaklaştırırken erişilemez hedefler, gereksiz hırs ve çaba, doyumsuzluk, kıskançlık, öfke, kin ve nefret duygularını da törpüler. Daha dingin, elindekiyle yetinen, daha kaderci, aza daha razı bir üsluba bürünebilir kişi. Ayrıca, bu sakinlik süreci, adalet, hak, haram ve helâl, doğruluk ve dürüstlük gibi başka kavramların daha da güçlenmesine sebep olur ki kişiye ayrı bir huzurlu, kendisiyle ve çevresiyle barışık bir hayat sunarken bir â??dava adamınaâ? da dönüştürür çaktırmadan.
Ünlemler, çocukluk, aile ortamı, yetiştirilme tarzı ve dahi çevresel etkilerle de şekillenen karakter yapısı noktasında, pedagoji ve psikoloji ilim alanları kapsamında araştırılır, değerlendirilir ve reçetelendirilir. Bireysel menfaatin sınırları iyi anlaşılmalı, ailecek yaşanmalı ve her yaşta çocuklara aktarılmalı ki menfaat çatışmaları içinde, sürekli boğuşulan bir hayat sürülmesin.
MENFAATE DAYALI İLİşKİLER ÜÜKER. (19.06.2020)
42) KÜSTEK ;
â??Engelâ? kelimesi ile tanımlanan köstek, bir işin yapılmasına mani olmak için gösterilen gayretlerin tamamıdır. İnsanların, elindeki gücü, idari makamı, yetkiyi kullanarak önlerine getirilen bir konuyu, eylemi, bazen bir imalatı, yeniliği veya gelişmeyi çeşitli bahanelerle ama genellikle kaprislerine ve kibirlerine dayalı olarak geri çevirme durumudur. Üyle ki, â??eski köye yeni adet getirmeâ?, â??suyu bulandırmaâ?, â??iş çıkarmaâ?, â??kurcalamaâ? gibi mevcudu yeterli görüp statükoyu koruyucu davranış yaklaşımıdır.
İlim, bilim ve teknolojinin çok hızlı üretildiği, yayıldığı ve paylaşıldığı, ürün ve malzemelerin sürekli yenilendiği günümüz dünyasında, bu gelişmelerden kendi faaliyet ve ilgi alanlarında faydalanamayan her kişi veya kurum kuruluş çağdışı kalmaya mahkumdur, buna sebep olan her kademede kim olursa olsun gelişmenin, yenilenmenin önünde birer köstektir. Maalesef, yabancı dil bilmeyen veya bileni değerlendiremeyen, kendini gelişmelere uyduramamış, â??ömür boyu öğrenme (lifelong learning)â? ilkesini duymamış veya benimsememiş, öğrenme yeteneğini kaybetmiş hatta öğrenmeyi öğrenememiş ve sadece günü çevirmekle, sabah gelip akşam olmasını beklemekle yaşayan kişiler fosilleşmiştir ki bunların mevki sahibi olduğu idari mekanizmanın da bugün yerinde saydığı, yarın eski kalacağı, gelecekte de var olamayacağı çok net söylenebilir.
Bir de fosil mekanizmanın içinde çalışmak, bulunmak zorunda kalan, dünyayı takip edebilen, â??bugün yeni bir şey yapmam lazımâ?, â??bugün dünden farklı olmalıâ? gibi yenilikçi anlayışlarla çalışanlar, sürekli üretme, gelişme, geliştirme ve en önemlisi paylaşma, aktarma, öğretme gayreti içinde olanlar vardır ki vay onların acınası, â??cahilin eline düşmüş alimâ? misali hallerine. â??Ferrari ile süt satmayaâ? benzetilen böylesi durumlarda ne kişi, ne işyeri ne de ülke gelişebilir, kalkınabilir. Aksine, köreltilen gayretler, kösteklenen çalışmalar, kabul görmeyen emekler ve sonrasında yıldırılmış, bıktırılmış mutsuz çalışkanlar, mesleki tatminden yoksun bırakılmış akıllar ama statükoyu kendi bencillikleri ve kaprisleriyle koruyanlarla, çağdan habersizce yönetilen çalışma ortamları, tüm bunları aşabilmek için söylenen hatta haykırılan â??gölge etmeâ?, â??bırakın da çalışalımâ?, â??çek elini üzerimdenâ? cümleleri bu kabuğu yırtma gayreti olarak ortaya çıkıyor.
â??Kapasite kullanım oranıâ?, insan kaynakları yönetimine uygulandığında, değerlendirme â??personel ve ürettiğiâ? bazında, objektif olarak yapıldığında, nasıl bir kapasitenin atıl duruma düşürüldüğü, ülkenin-dünyanın değeri olan nice cevherlerin dar bir alanda sıkışıp kaldığı, çoğunun sindirilmiş, baskılanmış ve küstürülmüş olduğu görülecek, kırılan çalışma azminin tekrar kazanılmasının pek de mümkün olmadığı anlaşılacaktır.
YA YOL BUL, YA DA YOLDAN ÜEKİL. (12.06.2020)
41) BUGÜN NE YAPTIN ;
Kırk yıl kadar önce, Ankaraâ??ya ilk geldiğim yıllarda, Hacı Bayram-ı Veli Camii civarında, dini malzemelerin bulunduğu dükkanlar arasında dolaşırken, o yıllarda bol miktarda satılan kartpostallara bakıyordum. Yeşil zemin üzerinde, büyükçe tek bir soru işaretinin olduğu, altında ve üstünde â??Bugün Allah İçin Ne Yaptınâ? yazan bir kart gördüm. Yirmi yaşına henüz ermemiş bir Anadolu çocuğu olarak, o güne kadar kendime bu soruyu hiç sormamış, aklıma gelmemiş ve gerek dahi duymamışım ki yüzlerce kartın içinden, hiçbir albenisi olmayan, arada kalmış, kısmen görünen bir tanesi gözüme battı resmen. Nasıl bir etki oluşturmuşsa bende, yıllarca taşıdığım, kısıtlı bir çevrede çok az anlattığım bu anıyı, yarım asır sonra â??yazmaâ? gereği duydum. Birilerinin yüreğine dokunur mu, dokunmaz mı bilemem.
Zamanla, insanları, çevreyi, dünyayı tanıdıkça, islami büyüklük içeren bu soruyu küçük bir değişiklik ile önce â??bugün insanlık için ne yaptınâ?, sonra da â??bugün dünya için ne yaptınâ? diyerek gün sonunda kendime sormaya, mahsuplaşmaya başladım. Böylece, soru daha bir evrenselleşti ve günümüzde parmaklarımızın ucunda olan, ışık hızıyla dolaşılabilen bir dünya boyutuna ulaştı. Ancak, soru, â??bugün dünya için ne yapabilirimâ? şekline evrilince, gün içinde mutlaka, hemen bir şeyler yapayım, bir hizmet üreteyim, bir katkı sağlayayım gayretine dönüştü ki günün muhasebesini yaparken, alınan her nefesin hakkını verip vermediğimi sorgularken elim güçlü, ceplerim dolu olabilsin. Yoksa, cevap bulunamayan günleri yaşanmamış, boşa geçmiş olarak düşünmek, yetersiz cevaplar altında ezilmek çok daha ızdırap verici.
Sadece uhrevi anlamda değil dünyevi işlerde de daima, her an, uykudan hemen önce, sormamız gereken bu sorular, öylesine büyük bir derinlik içeriyor ki kişiyi â??hesap verebilirâ? şekilde bir kişilik geliştirmesine ve her anın muhasebesi içinde bir yaşam tarzı benimsemesine sebep oluyor. Niyet, dünya için olunca, lafı bile edilmeyecek küçüklükteki her hizmet gayreti, inanç sistematiği ve iman seviyesi ne olursa olsun â??iyi insanâ? olmanın en önemli felsefi temelini oluşturuyor. Böylece, kişiyi daha mutlu, hoşgörülü, çevreye karşı daha duyarlı, sevgi ve saygı dolu yaparken, oluşan iç huzurun tüm insanlarda gelişmesi ile â??toplumsal iyiliğinâ? artmasına, iyiliklerle dolu bir dünyanın oluşmasına da katkı sağlıyor.
Kuşkusuz, dünyayı değiştirecek bireysel gücümüz olmasa da, her haksızlığı engelleyemesek de hepimizin bir kum tanesi kadar katkıları ile devasa kumsallar ve kumtaşı dağları oluşabilir.
HESABA HAZIRLIKLI YAşA. (07.06.2020)
40) İNSAF ;
Günlük yaşantımızda bol miktarda kullandığımız, kullanma ihtiyacı duyduğumuz bir kelime olan insaf, â??adaletli davranmak, hakkını tanımak, acımakâ? anlamlarını taşıyor ve insafa gelmek, insafına kalmış, el insaf, insaf et, biraz insaf gibi ifadeler şeklinde de kullanılıyor.
İnsaf, bazen ikili diyaloglarda bazen de üçüncü şahıs olarak konuya veya olaya müdahale ederken, çoğu zaman bir acizlik durumunda mazlumun yanında durabilmek, zalimden adil olmasını bekleme, isteme noktasında ve genel olarak sözün bittiği yerde doğrudan â??vicdanaâ? hitap eden belki son kelime olarak, dökülüyor dilimizden. â??Zalimin iyi-kötü var olan yüreğinin içine ok gibi işlesinâ? umuduyla, gayri ihtiyari yakaran bir ses tonunda, kısık ama derin anlamlıdır daima, yaşaran gözler ve hatta birkaç damla gözyaşı sular dilden dökülen insaf kelimesini bazen de.
Artık, takat bitmiş, sözler tükenmiştir ki söz ve eylem hakkı anlık, sadece o olaylık da olsa göreceli olarak gücünün zirvesine çıkmış, bencilliği tavan yapmış, doruktaki zalimin eline, diline geçmiştir. Ya kılıcını başa vurarak hiddetini gösterecek ya da kınına geri sokarak öfkesini dindirecektir. Oluşan manzarada mazlumun acizliği, zalimin ise hükmü sahnededir. Kısa, bazen az uzun bir duraklama sonrasında sahne nihayetlenir ki beklenen, insaf okunun göstereceği etkidir aslında. Zalimin sahip olduğu veya olması arzu edilen birçok değerin açığa çıkacağı, değer ve anlam kazanacağı, vücut bulacağı, takdir veya nefret kazanacağı diğer sahne başlamıştır artık.
Zalimin yetişme tarzı, dini manevi değerleri, eğitimi, kültürel yapısı, yaşam felsefesi, kişilik özellikleri ile içinde taşıdığı vicdanın boyutu, yüreğinin kalınlığı veya yufkalığı â??insafâ? etmesi istendiğinde en bariz şekilde ortaya çıkar. â??Kalbi katılaşmışâ? ifadesine layık olanlar öyle bir karar uygulamaya koyarlar ki â??bu kadarda olmaz, insanlığını kaybetmişâ? dedirterek lanetlenmeyi hak ederler. Ama bazen, zirveye çıkan öfke öyle bir yumuşar, suya karışır ve söner ki â??vicdanlıymış, insanmış beâ? dedirterek övgüyü hak eder, alkışlanır genellikle.
Esasen, insaf kelimesinin â??söylenmeâ? gereğinin hiçbir zaman oluşmaması, olayların acizlik ve hüküm noktasına erişmemesi ideal bir durum olsa da bazen her iki tarafta, bazen üçüncü kişi olarak içinde bulunabiliyoruz maalesef. Hakkâ??ı içermeyen bir yaşam tarzı, doğrudan, mazlumdan yana olmayan, zulmü engellemeyerek â??sessiz şeytanâ? durumuna düşen karakter yapıları, zalimlerin artmasına, mazlumların daha da çoğalmasına ve tarifsiz acizliklere sebep oluyor ki â??insanlık nereye gidiyorâ? sorusu sıradanlaşıyor.
ASLA â??İNSAFâ? DEDİRTEN OLMAYIN. (02.06.2020)
39) GÜÜ ;
â??Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvetâ? olarak tarif edilen güç, aynı zamanda â??fizik, düşünce ve ahlak yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneğiâ? olarak da açıklanıyor. Kısaca, etki edebilmek için çok kaynaktan beslenen güç gerektiği, gücü olanın birçok alanda değişim, dönüşüm yapabilme imkânına sahip olduğu görülüyor. Güç, bireysel ölçekten dünya hatta evren ölçeğine değişen aralıkta, kişilere ve devletlere â??olayâ? oluşturabilme kudreti ve kuvveti de sağlıyor.
Devlet, hakimiyeti altındaki alanda egemenliğini sürdürmek için askeri ve ekonomik güce ihtiyaç duyarken, ülkede icraat yapabilmek için gerekli olan siyasi ve idari gücü halktan almak, vatandaşı tarafından yetkilendirilmek zorundadır. Sadece askeri güce dayanan ülke yönetimi, zorbalığa, diktatörlüğe dönüşür ki milletin sesi çıkamaz, çıkartılmaz. Ayrıca, gücün desteği yön değiştirdiğinde ülkenin yönü de, halkın durumu da değişir, allak bullak dönemler yaşanır. Sadece, ekonomik güce sahip yönetimler daha istenen bir durum olsa da refah beklentilerinin artması ve zamanla oluşabilecek mali sıkıntılar da hoşnutsuzluğa, sıkıntılara ve yönetim aleyhine toplumsal olaylara dönebilir.
Milletin egemen olduğu ülkelerde, yönetimler halkın emrindedir aynı zamanda. Halkın gücünü, desteğini almış bir idari kadro, hükmetme yetkisindedir ve asıl güç sahibinin beklenti ve isteklerini yerine getirmek, refahı, huzuru arttırmak için â??hareketler, olaylarâ? yapabilme iradesine de sahiptir. Yeterli görülmeyen, beğenilmeyen ve dahi toplumsal beklentileri karşılayamayan idarelerin yenilenmesi, iktidarın başkalarına verilmesi yine halkın gücü ile mümkün olur ki â??demokrasiâ? de budur. Milletin gücünün üstünde bir güç veya destek aramak, millet iradesinin diğer güçlerle yıkılmasını ummak demokrasiyi hazmedememektir. Aranan güç, ülke dışından, başka bir ülkeden-toplumdan ise bunun adı vatana ihanettir, bu yolda olanlar vatan hainidir. Ayrıca, â??ama ben seçmedim ki, benim iktidarım olamazâ? anlayışı ise demokratik sistemin bireysel ölçekte inkârıdır.
Gücü kullanan birey veya grubun bilgi ve hedefleri, gücün eyleme dönüşmesini, işe yaramasını, üretime geçmesini sağlar. Yeteneksiz ve amaçsız kişilerin elindeki güç, atıl kalır ve beklenen hizmetler, toplumsal talepler var iken uçup giden söze-şarkıya-konsere veya bakılıp geçilen, etrafında nutuklar atılan faydasız heykellerle buhar olur, çarçur edilir. Gücün asıl kaynağı olan millet, yaptığı yanlışın farkına varıp, yanıltılmış olmanın bilinciyle iradesini değişimden yana, beklentilerini karşılayacaklar yönünde kullanırsa yenilenmenin de, durumu lehine çevirmenin de önünü açmış olur.
GÜÜ, DOğRU ELDE ESERLERE DÜNÜşÜR. (16.05.2020)
38) HAKİMİYET ;
â??Kural koyma gücü veya hukuk oluşturabilme kudretiâ? olan hâkimiyet, daha çok bir devletin millet adına sahip olduğu yönetimsel yetkileri kullanarak ve bağımsız kararlar alarak ülkesi içinde hâkim olma, egemenlik hakkıdır. Her devletin kendi toprakları üzerinde hükümranlık kurma hakkı vardır ve bu hak bir başka ülkeye devredilemez, devredilme söz konusu olduğunda ülkenin bağımsızlığından değil sömürgeliğinden söz edilebilir ancak.
Devlet, ülke ve vatandaş hâkimiyetin tesisinde esas bileşenlerdir. â??Devletâ?, hükümranlık gücüne sahip iken â??ülkeâ? bu gücün uygulanacağı alanı, "vatandaş" ise sınırları belirlenmiş çerçevede kurallara uyması istenen insanlar topluluğunu, halkı ifade eder.
Bir kuralın oluşup uygulamaya geçiş süreci, ülkelerin yönetim biçimini de belirler aynı zamanda. Eğer, devletin başındaki kişi veya grup kuralı doğrudan kendisi koyarsa tek adamlık, krallık oluşur ki diktatöryal bir yönetim ortaya çıkar. Böylesine bir güç, zalim bir karakterin eline geçerse, ülkelerin mahvolmasına, halkın zulüm içinde kalmasına, selsefil duruma düşmesine, hayaller ve kişisel ihtiraslar uğruna dünya savaşı başlatılmasına kadar gidebilir. Kuralın, ülke halkının talepleri doğrultusunda, halkın hür iradesiyle belirlediği temsilcilerin oluşturduğu parlamento aracılığı ile konulması ve devleti yönetenler tarafından uygulanması, cumhurun yönetimde söz sahibi olduğu demokrasi ile mümkündür. Sağlıklı işleyen bir demokratik ortam, sürekli kendini yeniler ve ülkelerin öncesinden daha iyi idaresine yönelik kuralların, kanunların, uygulamaların gelişmesini sağlar.
Hükümranlık gücü, adil olmayan kişilerin eline geçerse, diktatörlük oluşmasa da hatta iradesi tutsak, sözde bir parlamento var olsa da vatandaş eza ve cefa içinde kalabilir. Yönetim şeklen işlese de, hatta biçimi cumhuriyet, demokrasi, halk iktidarı kelimeleri ile süslense de halk inim inim inleme durumuna düşebilir. Azınlığın çoğunluğa boyunduruk takması nasıl kabul edilemez ise çoğunluğun azınlığı hor görmesi, başkalaştırması, ayrıştırması da asla kabul edilemez ve devletin egemenlik hakkı ile meşrulaştırılamaz.
Toplumun kültürel altyapısı, geçmişi, tarihi, inanç sistemi, azınlığı-çoğunluğu hatta taşı-toprağı, bitkisi-hayvanı dikkate alınmadan, bunların olumlu veya olumsuz etkilenmeleri adil bir yaklaşımla incelenmeden tesis edilen hukuki yapı, ülkede huzursuzluk ve kötüye gidişin kaynağına dönüşür. Biriken sosyal sorunlar, kişisel-toplumsal talepler, çevresel beklentiler, egemen gücü öyle bir zorlar, gerilim öyle bir artar ki â??yeter söz milletindirâ? akımıyla evrimleşme süreci başlar. HÜKİMİYETİN TEMELİ, ADİL OLMAKTIR. (09.05.2020)
37) YASAK ;
â??Bir işin veya eylemin yapılmasına karşı ortaya konulan engelâ? olarak açıklanan yasak kelimesi ve yasaklanma durumuna, muhatabı olduğu birey ve toplum genellikle itiraz eder. Kabullenmenin zor olduğu yasaklar için idareciler yasa çıkarmak, zorlayıcı tedbirler almak veya güç kullanmak zorunda kalabilirler. Üyle ki, bazı yasaklar kişiyi bazıları ise toplumları korumak için, masumların oluşmasını engellemek için uygulamaya konulurlar.
â??Her türlü yasağa karşıyımâ? diye ortaya çıkanların bizzat kendilerinin yasakçı olduğu, özellikle menfaatine dokunulduğunda nasıl bir yasaklar çemberi içinde kendilerini korumaya aldığını, kendisine verilmemiş yetkilerle, bazen de kendine benzeyenler ile bir olup yasaklar kalkanına sığındığını, destekçiler de bulduğunu görüyoruz. Toplumsal hak ve hukukun kişisel menfaatler için engellendiği, bunun açık, bariz yapıldığı durumlar ise maalesef fikren ve cebren çatışma zemini oluşturuyor. Eğer, yasağı koyan idari anlamda yetki ve makam sahibi ise zalimleşebiliyor ve masumane de olsa engelleme eylemi önce yıldırmaya, baskıya, eziyete ve sonra da zulme dönüşebiliyor. Gün olur devran döner misali gücünü kaybeden zalim, mazlumların ahını aheste aheste ödeyerek, hatta lanete varan kelimelerle yâd edilerek kaybolup, silinip gidiyor.
Yasaklar bazen toplum menfaatini korumak, daha büyük sorunların ortaya çıkmasını, yayılmasını, çoğunluğun mağduriyetini engellemek için ülkeyi yönetenler tarafından da uygulamaya konulabilir. Engellemeler, sebepleri ve faydaları izah edilmiş, akli ve mantıki olarak doğru kabul edilmesine rağmen, bazen yasaklara karşı gelişen insani bir hisle, bazen de sadece karşı gelmek, idareye, otoriteye itiraz etmek için tepkiyle karşılaşabilir. Bireysel özgürlüklere müdahale eden, kısıtlayan yasaklamalar, bireylerin oluşturduğu başlangıçta küçük gruplar, sonrasında toplum boyutuna eriştiğinde çıkması beklenen karşı sesler, itirazlar daha da gürleşir, insanın yaratılışındaki yasaklanan eylemlerin çekiciliği ile yeni taraftarlar destekleyiciler bulabilir. Fiili durum öyle büyüyebilir ki beyazlar-siyahlar, evetçiler-hayırcılar veya akçılar-okçular oluşabilir, toplumu ayrıştırabilir, cebir ve şiddete giden süreçte herkesin kaybedeceği de muhakkaktır.
â??Toplumun huzuruâ? esas alındığında, yasaklamalar gereklidir bazen, kısıtlamalar sorunların gelişimine engel olacaksa eğer; teslim olmak, otoriteye boyun eğmek anlamı çıkarmadan, komplo teorilerini dikkate almadan ve hatta sorgulamadan, şartsız â??kabullenmekâ?, evden çıkmamak, hayatı eve sığdırmaktır bazen.
SONSUZ ÜZGÜRLÜK, ERİşİLMEZDİR. (30.04.2020)
36) AHESTE ;
Günlük yaşantımızda â??alma mazlumun ahını, çıkar aheste ahesteâ? cümlesinde bolca kullandığımız â??yavaş, ağır biçimdeâ?? anlamındaki küçük ama çok büyük manalar taşıyan, insanın içinden, vicdanının derinliklerinden söylenen, dillenen, haksızlık karşısında kişinin safını belli eden, naif bir beddua, â??bekle ve görâ?? cümlesi ile zarif bir tavsiye içeren, bazen â??ben demiştimâ?? ile buruk bir gurur yaşatan sözcüktür, aheste.
Bir çalışma esnasında, bir iş veya yemek yaparken, araç kullanırken bazen, hızlandığımız, acele ettiğimiz, kelimeleri-cümleleri peş peşe dizdiğimiz, soluksuz konuştuğumuz, koştuğumuz zamanlar olur. Bu durumda ikaz genelde bizim dışımızdakilerden, ikinci kişilerden gelir â??aheste olâ? ile uyarılır, nefeslenmemiz, derin nefes almamız, virgül hatta nokta koymamız istenir bazen. Kişinin, kendinin dahi fark edemediği bu durum psikoloji bilimi alanında olsa da kişi için olumsuzluklar içerdiği açıktır. Üyle ki, diğer bazı insani durumlarla, özellikle hırs ile birleştiğinde veya yarış içine girildiğinde ve şiddetle birlikte kullanıldığında tehlikeli olabilir, kişiye ve çevresine zarar verebilir.
Ayrıca, bazı işler vardır ki çabuk yapmak o işten zevk almayı, mesleki tatminin dozunu düşürebilir, ortaya çıkan sonuç veya ürünün şişirilmiş olduğu, hakkının verilmediği hemen anlaşılır, beklenen fayda da sağlanamamış olur. Ürneğin, çorba karıştırma olayı basit gibi görünse de aheste aheste yapılması gereken, sabır gerektiren bir çalışmadır ki sonuçta kıvamı yerinde, tadı-tuzu-acısı kararında, içine katılanlar unutulmamış, sırası atlanmamış, gereken ilgi ve özenin gösterildiği, övgüyü hak eden bir çorba çıkabilsin, tadı damakta kalabilsin.
Konu, insan hayatına taşındığında, telaş ve panikle birlikte endişe, kaygı, sinirlilik halinin ve hata yapma riskinin arttığı, oluşan ruhsal duyguların hem kişinin sağlığını hem de etraftakileri olumsuz etkilediği, ortamı gerdiği, gereksiz sürtüşmelere sebep olduğu, sosyal ilişkilere zarar verdiği bilinen, gözlenen hususlardır. Bir koşturmaca içinde geçen günlerin nasıl â??su gibiâ? aktığı, â??daha dün gibiâ? cümlelerinin bolca söylendiği görülür ki zaman uçmuştur artık.
Halbuki; sakin, her anın tadı çıkarılarak, zevk alınarak, aheste ama kararlı, istikrarlı harcanan zamanın ne kadar kalıcı olduğu, kişiye unutulmaz anılar kazandırdığı, ileri yaşlarda yazabileceği, anlatabileceği ve etrafındaki gençlere â??bir bilenâ? olarak aktarabileceği çok fazla birikim elde edilebildiğini görüyoruz. Aynı şekilde, çevresi ile aheste paylaşılan anların, herkes için çok daha değerli, kalıcı ve paylaşımlarla dolu olduğu da bir diğer gerçektir.
AHESTE HAYAT, KAZANÜLIDIR. (23.04.2020)
35) DERS ;
Üğretmenin verdiği, öğrencinin aldığı bilgiler topluluğu olan ders, bazen bir kağıt parçası, yazılabilen tahta gibi malzemeler üzerinde bazen sınıf, salon gibi mekanlarda, belli bir süre içinde, belirlenmiş konularda aktarılır. Anlatılanlar, öğretme kabiliyeti yanında aslen öğrenebilme yeteneği ve özümsenme büyüklüğüne göre kalıcı olur. Bilginin hayata aktarılması ve bir ömür kullanılabilmesi, faydaya dönüşmesi ve hatta başkalarına da aktarılabilmesi, çoğalması öğrenenin sorumluluğundadır artık. â??Üğretmen, öğrenci, malzeme, mekân, süre, konuâ? bir ders için gerekenler olarak görülse de bunların uygunlukları ve aralarındaki duygusal ve işlevsel ilişkiler dersteki verimi ileri derecede etkileyecektir. Üğretmen, özellikle belli bir dönemde öğrenci için â??herşeyi bilendirâ?. Matematik profesörümüz çocuğunun â??baba sen öğretmenimden daha mı iyi bileceksinâ? dediğini aktarmıştı yıllar önce. Konuya ve sınıfa hakimiyeti, ses tonu hatta bakışları ve en önemlisi adilliği öğrencideki değerini ve önemini doğrudan etkileyecek, izler bırakacaktır. Üğrenci, ders için gerekli şartların oluşturulduğu, sadece öğrenmesi istenen, aldığı bilgiyi uygulaması, aktarması, ve çoğaltması beklenen, geleceğin mimarı, ülkenin ve ailenin ümidi, gururu olan, â??çok şeyâ? beklenen bireydir. Dersin alınma miktarındaki, muhakeme hacmindeki ve geliştirme potansiyelindeki en önemli kişi, acaba bunun farkında mı, böylesine bir sorumluluğu ve üzerindeki yükü idrak edebiliyor mu, sadece kendini değil toplumu da kurtarması ve hizmetkâr olmasının beklendiğini biliyor mu. Bireyin, aile içindeki yetiştirilme tarzı, kişiliğinin geliştirilmesi, hayata hazırlanışı, bir tablo gibi milim milim işlenişi sonrasındaki eser tüm beklentileri karşılayabilecek mi bunu önceden kestirebilmek zor. Dersin diğer bileşenleri, malzeme, mekân, süre eğitim biliminin çalışma alanında kalan, kendine has detayları olan, uzmanlık alanları oluşmuş hususlar, öyle ki silginin kokusu, kalemin sertliği, duvar renkleri, sıranın-masanın yerleşimi, ışığın yönü, dersin süresi, verilen aralar inceleniyor. Ancak, dersin konusu, öğrencideki kalıcılığı ve hayatta uygulanabilirliği, kısaca â??ne işe yaradığıâ? çok büyük önem taşıyor. Lisedeki â??kasadan takla atmaâ? konusunu hayatında kullanan kaç kişi vardır ki â??çok mu gerekliydiâ? diye soruyoruz.
Halbuki, güzel dilimiz Türkçemizi â??öğrenememişâ? bireylerin, hayatını birkaç yüz kelimeyle geçirdiğini, bilgiyi aktarmak çoğaltmak bir yana derdini dahi anlatamadığını, okuduğunu, söyleneni anlayamadığı gibi yazamadığını maalesef görüyor ve â??gerekliyiâ? söyleyebiliyoruz. DERS ALABİLMEYİ ÜğRENİN. (16.04.2020)
34) BUGÜN NE İÜİN ;
Dünyanın kendi ekseni etrafında bir tur dönmesiyle oluşan gün, yirmidört saate bölünmüş bir zaman dilimidir. Sekiz saati uykuya ayrıldığında kalan elliyedibin altıyüz saniyenin çok da uzun olmadığı görülür. Dolayısıyla, durdurulamayan bu sürenin ne için kullanıldığı, alınan bir o kadar sayıdaki nefesle neler yapıldığı, ömürden bir parçanın nasıl geçirildiği büyük önem taşır. Üzellikle, hesap gününe inanan kişiler için önem daha da fazladır.
İnsan ömrü, dün, bugün ve yarın olmak üzere üç bölüme ayrıldığında; yarının bugün, bugünün de dün olacağını ve geçmişin geri getirilemeyeceğini, olmuşların değiştirilemeyeceğini unutmamak â??bugünüâ? bu temel felsefe ile yaşamak gerektiği ortaya çıkar ki her nefesin değeri bilinsin, hakkı verilebilsin.
Bugün, â??dünüâ? yaşayanların bol hayıflanmalı, öyle yapmasaydım, şöyle etmeseydim, böyle olmasaydı cümleleri ile geçen bir ömrü olur, hem bugünü hem de yarını keşkelerle dolar. Fikren olmasa da fiilen bugün dün içindir yaklaşımı içinde yaşayan bu kişilerin öncelikle kendilerine ve sonrasında yakın ve uzak çevresine pek bir yararı olmaz, hatta kullandıkları masalımsı dil, özellikleri gençleri fazlasıyla sıkıp üzebilir de. Dünden ders alıp gelişmeye kapalı olduklarından, fayda üretmeye de zaman bulamazlar, yaş ilerledikçe de dünde yaşar dururlar. Göçüp giderken dünyadan milyarlarca saniye büyüklüğünde bir boşluk bırakırlar ki ne romanı yazılır ne de şiiri okunur.
Bugün, â??günüâ? yaşayan, bugün bugün içindir temelindeki hayat tarzı onaltı saatin çoğunu, sadece kendisi için, zevki sefası için kullanır ki düne kalacak daha az faydalı cümleleri olur. Ancak, yarını için elle tutulacak bir birikmişleri, yarında kullanabilecek bugün kazanılmış üst üste konulmuş bilgi-beceri ve tecrübeleri genelde olmaz. Bu kişiler, yarın olduğunda bugün yapmadıkları için az veya çok keşkeli hayat sürerler. Roman değil ama bir çırpıda okunan, günü bile doldurmayan, küçük hikâyeleri birkaç kısa kısa şiirleri yazılabilir belki.
Bugün, â??yarınâ? için yaşayan, bugün yarın içindir diyenlerin, dün içinde yarın içinde çok çok az keşkeleri vardır ve daha çok bugünü yaşayamadıklarına hayıflanırlar. Dünyaya yaptıkları katkılar, bırakılan eserler ve izler üzerine romanlar, şiir kitapları doldurulur. Bir ömür geçti derken bir buruklukları olsa da geride bıraktıklarının verdiği huzuru ve mutluluğu duygu yoğunluğu ile yaşarlar.
Bugünü, dün için yaşayanlar hem bugünü hem yarını kaybederler; bugünü bugün için yaşayanların dünü ve yarınları yoktur; bugünü yarın için yaşayanların ise dünü de yarını da vardır ancak bugünlerini feda ederler.
ÜMRÜNÜZDE KEşKELER OLMASIN. (08.04.2020)
33) ÜAğRIşIM ; â??Bir düşüncenin, görüntünün ya da davranışın bir başkasını anımsatmasıâ? olarak tarif edilen çağrışım, ömür sürecinde isteyerek veya istemeyerek hafızamıza yerleşen kişi, olay ve durumların başka bir durum esnasında hatırlanmasıdır.
Üağrışımlar; bazen güzel, hoş kapılar açarken, bazen de üzülmeye, gerilmeye sebep olabiliyor. Bir konuşma bütünü içinde kişi, farklı duyguları birçok defa yaşayabiliyor, gözü yaşarabiliyor, kahkahaları camları titretebiliyor. Hafızaya yerleşmiş, â??anıâ??dan ziyade küçük â??izlerâ??in çağrışımıyla sebep olunan duygu durumu, kişinin tüm hayatında nelerin bilinçaltında biriktiğine de bağlı aslında. Psikiyatri ve psikoloji bilim alanlarında değerlendirilen bu durum, kişinin geçmiş yaşamının sorgulanması ile ortaya çıkan izlerin, günümüz ve sonrasındaki yaşamını daha da iyileştirmeyi, kötü tetikleyicilerden korunmayı hedefliyor.
Bireyin, kalıtımsal olarak sahip olduğu özelliklere ilave olarak, doğumundan itibaren ailesi, çevresi ve eğitim-öğretim ortamlarında da geliştirdiği kişilik yapısı, bilinçaltına gönderilenleri doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla, kişinin konuşmalarında ve yazdıklarındaki çağrışımlar, karakteri konusunda fikir verirken, gelecekteki yolu-yönü hakkında da bilgi verebiliyor, iyimser, kötümser sıfatları kullanılabiliyor.
Kendisine yapılan iyilikleri â??kalıcı olsun, unutmayayımâ? diye taşa yazanlar, kötülükleri ise â??bir an önce silinsin, unutayımâ? diye kuma-suya yazanlar ile tersini yapanlar arasındaki kişilik farklılıklarını görüyoruz. İyimserlerin, hayata daha başka tutunduklarını, amaç-hedef ve yaptıklarının farkındalık yarattığını, pozitif-olumlu bir yaşam şekli oluşturduklarını ve ışık saçarak aydınlık ortamlar sağladıklarını biliyoruz. Bu durum, çağrışımlara sebep izlerin, kişinin başkalarının bilinçaltındaki yerinin olumlu veya olumsuz olmasını da büyük oranda etkiliyor. İzleri olumlu olanlar, "iyi insandı..." gibi çok güzel ve özel cümlelerle anılırken, olumsuz iz bırakanlar, kısaca â??nahoşâ? cümlelerle ve bazen lanetlenerek yâd ediliyor maalesef.
Kendimizin ve çevremizdekilerin, geçmişini ve yaşanmışını değiştiremeyiz, hafızaları eleyip sadece iyi izleri tutamayız ama â??şu anâ?? ve â??gelecekâ?? de bir gün â??geçmişâ? olacağından, bundan sonrasını daima iyi izler biriktirecek şekilde yaşayabiliriz. İyimser bir yaşam ile, kötü çağrışımları en aza indirerek, sürekli iyileri ekleyerek, olumsuz izleri hafızamızın derinliklerinde tutabilir belki unutmayı da başarabiliriz.
Kİşİ, DOLDUğUYLA TAşAR. (01.04.2020)
32) DUA ;
Yaratılışından itibaren, çevresinde var olan veya tercihen bir inanç sistematiği içinde bulunan insanoğlu, inancının en üst mertebesindeki makam sahibinden isteklerini â??duaâ? yolu ile talep eder. Tek kişinin ya da din adamlarınca yönetilen toplu tapınma, kutsama ve dinsel törenlere katılan kişilerin; yüce varlıktan, doğaüstü güçlerden yardım ve acıma istekleri için seslenişleri, yakarışları olarak da ortaya çıkar.
Dua, "bireysellik" taşırken, aynı zamanda toplumsal hatta evrensel talepleri de barındırır. Yağmur duasında kendi tarlanın sulanmasını beklerken, tüm ülkeye de yağması istenir aslında. Huzur için yapılan dua, tüm dünyanın barışı, mutluluğu, refahı, zalimlerin cezalandırılmaları içindir. Sağlık için dua ederken tüm hastaların iyileşmesi, beterinden korunması talebi vardır. Ülmüşlere, şehitlere rahmet okunurken, af dilenirken yeni ölümlerin olmaması da vardır duanın içinde.
Dua, bir â??teslim oluşturâ? aslında. Bazen, bir ibadet zincirinin içinde sıradan bir bölüm iken, bazen özel bir durum için seslenilir topluca. Bazen, tek başına bir köşede, bir ağaç altında, bir taşa dayanak, çaresizlik içinde kısık bir sesle, boyun bükerek yakarıştır, aman dilemektir, kurtuluşa, feraha erişmek içindir. İstekler o kadar büyük ve çok olur ki bazen, binlerce kilometre uzağa gider, gözyaşı ile sular cümlelerini, başkalarını da ortak etmek ister dualarına bazen.
Dua, bir â??huzura eriştirâ? aynı zamanda. Kişilerden istenenler â??hemen, sonra, aslaâ? ile sonlanırken yüce makamdan istenenin gerçekleşmesi için daima umut vardır sürekli canlı tutulan. İnanılır ki; gerçekleşse de gerçekleşmese de mutlaka isteyenin hayrınadır sonuç. Vaktinin gelmesini beklemek, istemekten ve doğru yolda ilerlemekten asla vaz geçmemek, ümitsizliğe kapılmamak, dinginlik gerektir.
Dua, "kendini sorgulamaktırâ? bazen. â??Neden kabul olmuyor dualarımâ?? diyerek, davranışlarını, konuşmalarını, yaptıklarını, düşüncelerini, aklını-fikrini düzeltmeye, dünyadaki var oluş gayesini hatırlamaya zorlar kişiyi. Böylece, inancını daha da kuvvetlendirmeye, mükemmel insan seviyelerine erişmeye, sevmeye ve sevilmeye sebep olur.
Dua, â??sabırdırâ? çoğu zaman. â??belki yarın belki yarından da yakınâ?? diyerek isyan etmeden, ulu makamı sorgulamadan, daha samimi, içten, sadece sözde değil özde bir teslimiyetle inanç sistemi içinde kalabilmek, kişiden-toplumdan beklenenleri halisane yerine getirerek sonuca hazır olmaktır. â??Görelim Mevlââ??m neyler, neylerse güzel eylerâ?? diyebilmek ve kabullenmektir daima.
DUA, HAYATIN PARÜASIDIR. (26.03.2020)
31) ADALET ;
â??Herkese lazımâ? olarak başlanılan fakat herkesin de etken ve edilgen olarak yer aldığı, hem dünyevi hem de uhrevi boyutta sınırları çizilen, toplumların kültürel değerleri ve evrensel kuralların etkileşimiyle oluşturulmuş yazılı ve sözlü kurallar topluluğunu işleten, çok bileşenli sistematik yapıdır, adalet.
İnsanüstü hatta devlet ve devletler üstü ulvi bir kavram olarak adalet, kişinin kendi içinde taşıması gereken, duygu, düşünce ve davranışlarını düzenleyerek toplumsal ilişkilerinde önemle ve özenle kullanması gereken çok çok önemli bir karakter yapısının da temelidir. Henüz yazılmamış, sözlü hale gelmemiş fakat kişinin akli melekeleri ile geliştirebileceği â??adil olmaâ?, â??hakkı gözetmeâ? üzerine kurulu düşünce ve davranış biçimlerini kişi oluşturabilir ve mevcut sistemle ters düşmeyerek uygulayabilir. Kişinin, taviz vermesi ve geri adım atması gerektiğindeki yaklaşımı, adaletli davranma noktasında kişiliğini de ortaya koyar. Boş gördüğü park yerine aracını sürerken bekleyen olup olmadığına bakınması, sigarasının dumanını takip edip birilerine verebileceği rahatsızlığı gözetmesi, elindeki kağıt parçasını geri dönüşüme kazandırma yolunu araması dahi adaletli yaklaşımın göstergesidir.
Adalet, sadece devletin değil kişinin kendisi ile, başkaları ile, canlı cansız tüm varlıklarla ilişkilerinde kısacası yaşamının her anında gözetmesi gereken davranış biçimi, hayat felsefesi olmalıdır. Kimse görmedi diye hırsızlık yapılamayacağı gibi, medeni hukukla, dini kurallarla, kültürel olarak da yasaklanmamış diye adaletsizlik yapılamaz. İnançsal boyutta â??ilahi adaletâ? mutlaka tecelli edecektir ancak asıl tecelli kişinin vicdanında gerçekleşendir. Üyle ki, vicdanen rahat olunmayan durumlar kişiyi içten içe kemirir, sürekli acıtır-sızlar, hatırlandıkça ağlatır bazen. Yıllar geçtikçe pişmanlıklara dönüşür ki düzeltilmesi hepten mümkün olmaz. Hele bir de haksızlık yapılan göçmüşse dünyadan, helalleşme ahirete kalmışsa eğer, kalan ömürde ızdırap üstüne ızdırap, of ki of.
Doğruluk, dürüstlük, güven gibi değerler, kişiler arası ilişkilerde en üst seviyede istenen, beklenen kişilik özellikleridir. Kimse bir yalancı ile temas kurmak, sahtekârla yürümek istemez. Kişinin asıl değerini, gerçekleşen bir durumda, kendisi olayın tarafı olmasa dahi göstereceği adaletli yaklaşımı, hakkın yanında duruşu, tavrını güçlüden, menfaatinden yana değil haklıdan yana göstermesi belirler. Bazen, bazı özellikleri beğenilmeyen, hoşgörülmeyen kişilerin, adilce, hakkı savunduklarını görüyoruz ki aranan, istenen özellik de bu zaten.
ADİL OL VE ADALET SAFINDA OL. (20.03.2020)
-------- + -------- |